- Mesaj
- 136
- Çözümler
- 1
- Beğeni
- 73
- Puan
- 686
- Ticaret Puanı
- 0
Harry Potter'dan Önceki Hayatı
J.K. Rowling, 31 Temmuz 1965'te Chipping Sodburry, İngiltere'de doğdu. Ailesiyle birlikte Bristol'e, daha sonra da Chepstow'a taşındı. Liseyi Wyedean Comprehensive'de okudu. Exeter Üniversitesi'nde, bir yıllık Fransa'da okuma da dahil olmak üzere, Fransızca ve klasik edebiyatlar okuduktan sonra Londra'ya yerleşerek araştırmacı ve çift dilli bir sekreter olarak Amnesty International'de çalışmaya başladı. İlk Eseri Harry Potter Oldu!
Joanne Rowling'in ismini Joanne Kathleen Rowling'e değişme sebebi, ilk kitabı yayınlayan "Blommsbury"'in korkusudur. Blommsbury; genç erkeklerin, kitabın yazarının kadın olduğunu öğrendiklerinde, kitabı okumamak istemesinler diye ismini erkek ismine benzetmek için "J.K. Rowling" şeklinde kullandı. Küçükken herkes onu "Jo" diye çağırırdı sadece birisi ona cok kızgınken "Joanne" derdi.
Bu sırada, Rowling'in aklında bir büyücülük okulunda okuyan bir çocuğun hikayesi vardı. Rowling, 4 saat rötarlı bir Manchester-Londra tren yolculuğu sırasında bu hikaye üzerinde yoğunlaştı ve yolculuk sonunda Harry Potter ve Felsefe Taşı kitabının temel hikayesi ve karakterleri aklının bir köşesinde duruyordu. Rowling, öğle aralarında hikayeyi kağıda dökmeye başladı.
Rowling daha sonra Portekiz'e taşınarak burada İngilizce öğretmenliği yapmaya başladı. 16 Ekim 1992'de Portekizli televizyon gazetecisi Jorge Arantes'le evlendi ve 27 Temmuz 1993'te ilk çocuğu Jessica Rowling Arantes'i dünyaya getirdi. Çift 1995 yılında ayrıldı.
Aralık 1994'te Rowling ve kızı, kız kardeşine daha yakın olmak için Edinburgh'a taşındı. Tek geçim kaynağı işsizlik maaşı olan Rowling, ilk kitabını burada şimdi bir Çin lokantası olan Nicolson's Café'de tamamladı. Rowling aynı zamanda Edinburgh Üniversitesi'nde bir yıllık bir yüksek lisans diploması için okudu ve 1996 yılında buradan mezun oldu.
Harry Potter'dan Sonraki Hayatı [değiştir]
Rowling'in Harry Potter serisi tüm dünyada 400 milyon kopya satarak hem kitabı hem de yazarını büyük bir üne kavuşturdu. Eser, çocukların gözünden alabildiğine engin bir hayal dünyasına seslendiğinden son derece büyük bir ilgiyle okundu ve bir anda çok satan kitapların en başına yükseldi. doğal olarak yazar Rowling' de kitaptan edindiği 1 milyar doları aşan servetiyle bir kitap yazarak dolar milyarderliğine çıkan ilk kişi oldu ve Rowling aynı zamanda İngiltere'nin en zengin kadını ünvanını elde etti.
Rowling'in kitaplarından edindiği büyük başarısının yanında aile yaşantısı da her zaman istediği düzeyde. 26 Aralık 2001'de Rowling, Pertshire'daki evinde küçük bir törenle Neil Murray adında bir doktorla evlendi. Rowling, 23 Mart 2003'te David Gordon Rowling Murray adını verdiği ikinci çocuğunu dünyaya getirdi. Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı kitabını kocası Niel'la çocukları Jessica ve David'e ithaf etti. 23 Ocak 2005'te Rowling, Mackenzie Jean Rowling Murray adını verdiği üçüncü çocuğunu dünyaya getirerek üç çocuk sahibi olma hayalini gerçekleştirdi. Rowling, Harry Potter serisinin altıncı kitabı Harry Potter ve Melez Prens adlı kitabı kızı Mackenzie'ye ithaf etti.
31 Temmuz 1966’da İngiltere’de doğan yazarın hayatını 180 derece değiştiren eserinde, büyücülük melekelerinin farkında olmayan, Hogwarts Büyücülük Okulu’ndan gelen davetiye üzerine sıkıcı hayatından uçaradım uzaklaşan bir çocuğun hikayesini anlatması tesadüf değil. Zira bu, çok içerden bildiği bir his, aşinası olduğu bir hayal…
Rowling de aynen böyle yaptı: Belli bir yaşa kadar hayli çilekeş geçen hayatına, jet uçaklarını kıskandıracak bir irtifa kazandırdı; genellikle pop yıldızlarına nasip olan türden bir şöhret, İngiliz Sunday Times’ın ünlü “rich list / zenginler listesi”nde Büyük Britanya Kraliçesi’ne fark atmasını sağlayan, olağanüstü bir servet kazandı. Üstelik, doğal yeteneğiyle, hayatta yapmaktan haz duyduğu yegane işi icra ederek: Yazarak…
Yazarın anne ve babası 18 yaşındalarken King’s Cross tren istasyonunda İskoçya’ya donanmaya gitmek üzerelerken tanışmışlar. Herhalde Jo romantizmini babasından almış olacak, çünkü çiftin tanışması havanın soğukluğu nedeniyle babasının annesine montunu paylaşmayı teklif etmesi üzerine gerçekleşmiş. Ertesi yılsa, ikisi de ordudan ayrılıp evlenerek Bristol’e taşınmışlar.
Annesi 20 yaşındayken, yani evlendikten bir yıl sonra Bristol’ün yakınlarındaki Chipping Sodbury’de tam adı Joanne Rowling olan yazarımızı doğurmuş. (Sanıldığı gibi onun tam ismi Joenne Kathleen Rowling değil. İlk kitabını yayımlamadan önce yayınevi Bloomsbury, hedef kitlesinin içinde yer alan bazı erkek çocuklarının kadın bir yazar tarafından kaleme alınmış bir kitabı okumakta çekingen davranacağını düşünerek, Rowling’den kitapta adı ve soyadı yerine isminin ilk iki harfinin ve soyadının yer almasını istemişler. İkinci bir adı olmayan Jo, büyükannesinin adı Kathleen’ı kendine ikinci ad seçmiş. Bu isim hiçbir zaman onun resmi adı olmadı.) Felsefe Taşı’nda bahsi geçen “değişik renklerde tostoparlak şapkalar giymiş kocaman, pembe bir deniz topunu gösteren sürüyle fotoğraf” aslında onun küçüklük resimleriymiş.
1 yıl 11 ay sonra kızkardeşi Di doğmuş. Aradan yıllar geçip de iki kardeş biraz büyüdüklerinde, Di kendisinden çok daha güzel olduğu için ailesi Joenne’in daha akıllı kardeş olacağını düşünmüş ve bu yüzden her iki kardeş de bir mücadeleye girmişler. Joenne plaj topuna daha az benzemek Di ise sadece güzel bir yüzden ibaret olmadığını (şu anda bir avukat) göstermek istiyormuş.
J.K. Rowling’in şişe dibi gözlüklü, içine kapanık, çilli mi çilli, her türlü sportif aktivitede başarısız ve silik bir tip olarak geçirdiği bu çocukluk günleri, kendisinden Di ile birlikte Wye Nehri kıyısındaki kırlıkta keşif gezintilerine çıkıp, bol bol hayal kurmakla geçmiş denilebilir.
Kaleme aldığı ilk hikaye, altı yaşındayken, Di için yazdığı “Tavşan” isimli öykü. İki kardeşin o sıralardaki en büyük arzusu canlı bir tavşan sahibi olmak olduğu için, kardeşinin bir tavşan deliğine düşmesine, oradaki tavşan ailesinin onu çileklerle ağırlamasına dair, umutlu ve esprili bir hikaye…
Rowling ailesinin, Winterbourne’a taşınması, sınıfındaki çocukları, kendince zeka kapasitesinin hak ettiği yere oturtan öğretmeni Bayan Morgan’dan nefret eden J.K. için bir kabus olmuş.
J.K.’in öğretmen kürsüsünün en sağına ve zekanın en gerisine düşen sıranın en dışarılıklı yerinde oturduğunu belirtmeye ayrıca gerek var mı? Okuldaki ikinci yılında sırası, en iyi arkadaşının yeriyle değiştirilen Rowling, nispeten akıllı bir noktaya terfi etmiş ama bu kez de arkadaşlarının öfke ve kıskançlığının hedefi olmuş.
Rowling, Potter’ı ta o günlerden tanıyor. Potter, semtindeki pek de kalabalık olmayan arkadaş grubundan, biri kız, biri erkek iki kardeşin soyadı. Ömrünün büyük bir bölümü, ismiyle ilgili yapılan acımasız şakaları kaldırmakla geçmiş olan Rowling, (Rowling, İngilizcede “yuvarlanan” anlamına gelen Rolling kelimesi ile kafiyeli olduğundan, epey tombul bir çocuk olarak, az acı çekmemiş yani!) bu iki kardeşin soyadına fena halde gıpta edermiş. Her ne kadar Potter isimli bu çocuğun annesi sonradan gazetecilere Rowling’in kendi oğlundan esinlendiğini söyleyip, küçükken ikisinin büyücü kıyafetleriyle dolaştığından söz etse de yazar bunu kesinlikle yalanlıyor.
İlkokuldan sonra Wyedean Okulu’na devam eden Rowling’in teneffüslerde, kendisi gibi popüler olmayan çocuklardan oluşan arkadaşlarına öyküler anlatması adetten bir durummuş. Tahmin edileceği üzere, kahraman rollerini kendisinin ve arkadaşlarının üstlendiği, gerçek hayatta yapmaya cesaret edemedikleri pek çok şeyi dilde becermelerine olanak tanıyan muzip öyküler…
Ayrıca burada Sırlar Odası’nı adadığı Sean Harris’le, gerçek Ford Anglia’nın sahibiyle tanışmış. Renkleri turkuaz ve beyaz olan bu araba o zamanlar onun için özgürlüğün simgesiymiş. Bir genç kız olarak, kırsal bölgede yaşarken babasından kendisini bir yere bırakmasını istemek utanç verici olduğundan Sean’in ehliyet alması onun için bir nimet olmuş. Ayrıca ciddi olarak yazar olmayı istediğini tartıştığı ilk kişinin o olduğunu ve diğerlerinin aksine Sean’in Jo’ya bunu başarabileceğini söylediğini de eklemeden geçemiyor.
Yaşı ilerledikçe hafiften sesi soluğu çıkmaya başlayan J.K. Rowling, bu dönemde gözlükleri atıp kontakt lensler kullanmaya başlamış ki, yazara göre bunun en işlevsel faydası, suratına yumruk yemeye dair geliştirmiş olduğu paranoyasının önünü alması olmuş.
Yeniyetmelik döneminde onu en çok etkileyen kötü şey annesine MS hastalığı teşhisi konulmuş olması. Yazara göre bir çok kişi annesinin yıkılmaz olduğunu düşünür, o da bunlardan biri olduğu için annesinin tedavisi olmayan bir hastalığın pençesine düşmesi onu çok sarsmış. Yazar bu acıyı kendisi de tattığı için bu günlerde MS hastalığıyla ilgili yürütülen kampanyaları destekliyor, hatta bu sebeple ona 6 Temmuz 2006’da Aberdeen üniversitesinden Doktora nişanı verildi.
Ergenlik çağında kendini eni konu yazmaya veren Rowling, bu dönemde yazdığı şeyleri kimselerle paylaşmamış. Anne-babasının tavsiye, hatta baskısıyla Exeter Üniversitesi’nin Fransızca bölümüne girmesini ise büyük bir hata addediyor: “Onlar, yabancı lisanın, iyi bir sekreterin kariyerinde elzem olduğu fikrinden yola çıkıyorlardı. Oysa bir türlü organize olmayı beceremeyen bendeniz, bu dünyada sekreterlik yapabilecek son kişiyim.”
1983’de bu üniversiteden mezun olan Rowling, uzun toplantılarda, yani not tutması gereken zamanlarda, elindeki kağıtlara kendi hikayelerini çiziktirmeye daldığı için, haliyle sekreterlik hayatı da epey kısa sürmüş. O dönemin yegane avantajının, kendisine hikayelerini kimseler bakmazken temize geçebilme imkanı tanıması olduğunu söylüyor bugün. En uzun süreli işi dünyanın dört bir tarafında insan haklarıyla ilgili çalışmalar yürüten bir organizasyon olmuş.
1990’da erkek arkadaşıyla beraber Manchester’a taşınmaya karar vermişler ve 1 hafta sonra tek başına trenle Londra’ya ev aramaktan dönmüş. İşte o tren yolculuğu, Harry Potter hikayesini zihninde ilk canlandırdığı zamanki yolculukmuş. Yanına kalem getirmeyi unuttuğu, ve bir başkasından ödünç isteyemeyecek kadar utangaç olduğu için dört saat boyunca aralıksız düşünüp pek çok özellik ve karakter belirlemiş. Fakat bir süre sonra kalemi olmadığı ve bir yere kaydedemediği için çok fazla düşünüp fikirlerini unutmamak için beyin fırtınasını yavaşlatmış.
Hemen o gece Felsefe Taşı’nı yazmaya başlayan yazar (her ne kadar ilk yazdıkları kitabın bitmiş halinde yer bulmasa da), yedi kitaplık bir seri olarak planladığı eseri hakkında şöyle diyor: “Basit bir temaydı esasında. İyiyle kötünün mücadelesi. Bana bazen çocukları mı yetişkinleri mi düşünerek yazdığımı soruyorlar. Hiçbiri… Ben sadece kendim için yazıyorum. Kitaplarda yer alan da tamamen bana hitap eden bir espri anlayışı. Seriye yetişkinlerin de ilgi göstermesini belki de en iyi bu açıklar.”.
Ancak 30 Aralık günü hem onun hem de Harry’nin hayatını derinden etkileyen bir olay olmuş: Annesinin vefatı.
Onu yıkan bu olaydan sonra Portekiz’e İngilizce öğretmeye giden yazar, Harry’nin ailesini kaybetmesiyle ilgili acılarını çok daha gerçekçi bir dille kaleme aldığı kitabın en sevdiği bölümü olan Kelid Aynası’nı yazmış. Yıllar sonra The Daily Telegraph gazetesine verdiği röportajda yazar, tek pişmanlığının Harry Potter hakkında annesine hiç bahsetmemesi olduğunu söylüyor.
Portekiz’den kitabını bitirmiş olarak dönmeyi umuyormuş, ama daha da iyisi olmuş: kızı Jessica Isabel’le (1993 doğumlu) beraber dönmüş. Orada Portekizli bir gazetici olan Jorge Arantes’le evlenmiş ve her ne kadar evlilik yürümemiş olsa da ona dünyadaki en değerli varlığı olan kızını sunmuş. 1994 yılbaşısında kızıyla beraber Di’nin ikamet ettiği Edinburgh’a gelmişler.
Burada tekrar öğretim işine başlayan Jo, hem yeni doğmuş kızı hem de işinin gerektirdiği sorumluluklar yüzünden yazmakta çok zorlanıyormuş; fakat kitabı hemen bitirmezse hiç bitiremeyeceğini de gayet iyi bildiğinden deliler gibi yazıyormuş. Derken nihayet eseri bitmiş ve yayınevlerine yollamış, fakat hepsi reddedilmiş. En sonunda yeni temsilcisi Christopher, Bloomsbury’nin kitabı basacağını söylemiş. Bunu duyan Jo kulaklarına inananamamış ve çığlıklar atarak havalara sıçramış.
Yazdığı kitapların büyük bir başarı yakalayıp filmilerinin çekilmesinin ardından rahat bir hayata kavuşan yazarımız, bu mutluluğunu ikinci bir evlilikle taçlandırmış. Aralık 2001’in sonlarına doğru anestezist (anestezi uzmanı) Dr. Neil Murray’la beraber yaşadıkları İskoçya’da evlenmiş. Jo’nun ikinci çocuğu ve ilk oğlu olan David Gordon Rowling Murray 24 Mart 2003’de Edinburgh’da dünyaya gelmiş. Serinin altıncı kitabı Melez Prens’i bitirdiğini açıkladıktan sonra da, son çocuğu Mackenzie Jean Rowling Murray 23 Ocak 2005’de doğmuş. Yazar bu kitabını sadece Mackenzie’ye adarken “Kızım Mackenzie’ye, kağıt ve mürekkepten oluşan ikizini adıyorum” şeklinde bir ifdade kullanıyor.
Charles Dickens’dan beri J.K. Rowling gibi, kitapçıların önünde bir gün önceden ucu bucağı gelmeyen kuyrukların oluşmasını sağlayan bir yazar gelmiş değil. Rowling, promosyon gereği olarak okuma günlerine katıldığında, ortaya enteresan bir tablo çıkıyor. Zira normalde yayınevi kafelerinde, okul ya da kitapçılarda 30-40 dinleyici karşısında düzenlenen bu faaliyet, söz konusu yazar o olunca, 16 bin kişinin doldurduğu stadyumlara taşınan, dev ekrandan yansıtılan, devasa bir organizasyona dönüşüyor.
Rowling, bütün bu serüven boyunca en mutlu olduğu anın kitabının basılacağını öğrendiği an olduğunu, şimdiye dek mazhar olduğu en şahane komplimanın da Edinburgh’daki bir imza gününde yanına yanaşan küçük bir kızdan geldiğini söylüyor: “Bana; ‘Burası neden bu kadar kalabalık?’ diye terslendi.” diye anlatıyor o günü. “Kızgındı, çünkü Harry Potter’ın onun kitabı, sadece onun kitabı olduğunu iddia ediyordu. Ben de en sevdiğim kitaplar hakkında tam da böyle hissederim.”
Edinburgh sokaklarında hala rahat rahat dolaşabildiği için kendisini mutlu ve şanslı addediyor fenomen yazar: “Buranın insanları ya gerçekten ‘cool’ tabiatlı şahsiyetler ya da beni gerçekten fark etmiyorlar. Ne olursa olsun, yazılarını kafelerde yazmaktan hoşlanan biri olarak, bu imkanı kaybetmek istemem.” Ancak, bu acayip şöhretten hafif tertip sıkıldığını belirtmeden de geçemiyor: “İlk iki sene, başıma gelenleri idrak etmeye çalışmakla geçti. Epey zorlandım. Şimdiyse, bütün bu patırtının günün birinde biteceği düşüncesiyle avunmaya çalışıyorum.”
Yalnız Rowling’in ünü bu kadarla da kalmadı. Ressam Stuart Pearson Wright yazarın Londra’daki “National Portrait Gallery” (Ulusal Portre Galerisi)’de sergilenen bir tablosunu yaptı. Ressam “Bu resimde hem anneliği, hem de yaratıcı bir kariyeri başarılı bir şekilde kendinde birleştiren bir kadını çizmek istedim çünkü bunu becerebilen bir kadın fikrine hayranım. Bunu çizmek istediğimi anladıktan sonra Jo’yu çizmeye karar verdim.” dedi. JKR’ın resmi beğenip beğenmediği sorulduğunda Wright, “Benimle hala konuşuyor, sanırım bu iyi bir işaret” diye cevap verdi. Ama yazar artık portresiyle birlikte poz verdiğine göre, hayli memnun kaldığını söylemek sanırım yanlış olmaz.
Bu arada, J.K. Rowling’in bugün gerçekten de kocaman, tombul, siyah bir tavşanı var. Ne zaman kucağına almaya kalksa, elini tırmıklıyormuş. Hayattan öykü çıkarmak konusunda üstün yetenekli bir ağır işçi olduğu halde, her zamanki nüktedan üslubuyla şöyle diyor naçizane: “Galiba bazı şeyleri insanın hayalinda yaşaması, her şeye rağmen daha sağlıklı!”
J.K. Rowling, 31 Temmuz 1965'te Chipping Sodburry, İngiltere'de doğdu. Ailesiyle birlikte Bristol'e, daha sonra da Chepstow'a taşındı. Liseyi Wyedean Comprehensive'de okudu. Exeter Üniversitesi'nde, bir yıllık Fransa'da okuma da dahil olmak üzere, Fransızca ve klasik edebiyatlar okuduktan sonra Londra'ya yerleşerek araştırmacı ve çift dilli bir sekreter olarak Amnesty International'de çalışmaya başladı. İlk Eseri Harry Potter Oldu!
Joanne Rowling'in ismini Joanne Kathleen Rowling'e değişme sebebi, ilk kitabı yayınlayan "Blommsbury"'in korkusudur. Blommsbury; genç erkeklerin, kitabın yazarının kadın olduğunu öğrendiklerinde, kitabı okumamak istemesinler diye ismini erkek ismine benzetmek için "J.K. Rowling" şeklinde kullandı. Küçükken herkes onu "Jo" diye çağırırdı sadece birisi ona cok kızgınken "Joanne" derdi.
Bu sırada, Rowling'in aklında bir büyücülük okulunda okuyan bir çocuğun hikayesi vardı. Rowling, 4 saat rötarlı bir Manchester-Londra tren yolculuğu sırasında bu hikaye üzerinde yoğunlaştı ve yolculuk sonunda Harry Potter ve Felsefe Taşı kitabının temel hikayesi ve karakterleri aklının bir köşesinde duruyordu. Rowling, öğle aralarında hikayeyi kağıda dökmeye başladı.
Rowling daha sonra Portekiz'e taşınarak burada İngilizce öğretmenliği yapmaya başladı. 16 Ekim 1992'de Portekizli televizyon gazetecisi Jorge Arantes'le evlendi ve 27 Temmuz 1993'te ilk çocuğu Jessica Rowling Arantes'i dünyaya getirdi. Çift 1995 yılında ayrıldı.
Aralık 1994'te Rowling ve kızı, kız kardeşine daha yakın olmak için Edinburgh'a taşındı. Tek geçim kaynağı işsizlik maaşı olan Rowling, ilk kitabını burada şimdi bir Çin lokantası olan Nicolson's Café'de tamamladı. Rowling aynı zamanda Edinburgh Üniversitesi'nde bir yıllık bir yüksek lisans diploması için okudu ve 1996 yılında buradan mezun oldu.
Harry Potter'dan Sonraki Hayatı [değiştir]
Rowling'in Harry Potter serisi tüm dünyada 400 milyon kopya satarak hem kitabı hem de yazarını büyük bir üne kavuşturdu. Eser, çocukların gözünden alabildiğine engin bir hayal dünyasına seslendiğinden son derece büyük bir ilgiyle okundu ve bir anda çok satan kitapların en başına yükseldi. doğal olarak yazar Rowling' de kitaptan edindiği 1 milyar doları aşan servetiyle bir kitap yazarak dolar milyarderliğine çıkan ilk kişi oldu ve Rowling aynı zamanda İngiltere'nin en zengin kadını ünvanını elde etti.
Rowling'in kitaplarından edindiği büyük başarısının yanında aile yaşantısı da her zaman istediği düzeyde. 26 Aralık 2001'de Rowling, Pertshire'daki evinde küçük bir törenle Neil Murray adında bir doktorla evlendi. Rowling, 23 Mart 2003'te David Gordon Rowling Murray adını verdiği ikinci çocuğunu dünyaya getirdi. Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı kitabını kocası Niel'la çocukları Jessica ve David'e ithaf etti. 23 Ocak 2005'te Rowling, Mackenzie Jean Rowling Murray adını verdiği üçüncü çocuğunu dünyaya getirerek üç çocuk sahibi olma hayalini gerçekleştirdi. Rowling, Harry Potter serisinin altıncı kitabı Harry Potter ve Melez Prens adlı kitabı kızı Mackenzie'ye ithaf etti.
31 Temmuz 1966’da İngiltere’de doğan yazarın hayatını 180 derece değiştiren eserinde, büyücülük melekelerinin farkında olmayan, Hogwarts Büyücülük Okulu’ndan gelen davetiye üzerine sıkıcı hayatından uçaradım uzaklaşan bir çocuğun hikayesini anlatması tesadüf değil. Zira bu, çok içerden bildiği bir his, aşinası olduğu bir hayal…
Rowling de aynen böyle yaptı: Belli bir yaşa kadar hayli çilekeş geçen hayatına, jet uçaklarını kıskandıracak bir irtifa kazandırdı; genellikle pop yıldızlarına nasip olan türden bir şöhret, İngiliz Sunday Times’ın ünlü “rich list / zenginler listesi”nde Büyük Britanya Kraliçesi’ne fark atmasını sağlayan, olağanüstü bir servet kazandı. Üstelik, doğal yeteneğiyle, hayatta yapmaktan haz duyduğu yegane işi icra ederek: Yazarak…
Yazarın anne ve babası 18 yaşındalarken King’s Cross tren istasyonunda İskoçya’ya donanmaya gitmek üzerelerken tanışmışlar. Herhalde Jo romantizmini babasından almış olacak, çünkü çiftin tanışması havanın soğukluğu nedeniyle babasının annesine montunu paylaşmayı teklif etmesi üzerine gerçekleşmiş. Ertesi yılsa, ikisi de ordudan ayrılıp evlenerek Bristol’e taşınmışlar.
Annesi 20 yaşındayken, yani evlendikten bir yıl sonra Bristol’ün yakınlarındaki Chipping Sodbury’de tam adı Joanne Rowling olan yazarımızı doğurmuş. (Sanıldığı gibi onun tam ismi Joenne Kathleen Rowling değil. İlk kitabını yayımlamadan önce yayınevi Bloomsbury, hedef kitlesinin içinde yer alan bazı erkek çocuklarının kadın bir yazar tarafından kaleme alınmış bir kitabı okumakta çekingen davranacağını düşünerek, Rowling’den kitapta adı ve soyadı yerine isminin ilk iki harfinin ve soyadının yer almasını istemişler. İkinci bir adı olmayan Jo, büyükannesinin adı Kathleen’ı kendine ikinci ad seçmiş. Bu isim hiçbir zaman onun resmi adı olmadı.) Felsefe Taşı’nda bahsi geçen “değişik renklerde tostoparlak şapkalar giymiş kocaman, pembe bir deniz topunu gösteren sürüyle fotoğraf” aslında onun küçüklük resimleriymiş.
1 yıl 11 ay sonra kızkardeşi Di doğmuş. Aradan yıllar geçip de iki kardeş biraz büyüdüklerinde, Di kendisinden çok daha güzel olduğu için ailesi Joenne’in daha akıllı kardeş olacağını düşünmüş ve bu yüzden her iki kardeş de bir mücadeleye girmişler. Joenne plaj topuna daha az benzemek Di ise sadece güzel bir yüzden ibaret olmadığını (şu anda bir avukat) göstermek istiyormuş.
J.K. Rowling’in şişe dibi gözlüklü, içine kapanık, çilli mi çilli, her türlü sportif aktivitede başarısız ve silik bir tip olarak geçirdiği bu çocukluk günleri, kendisinden Di ile birlikte Wye Nehri kıyısındaki kırlıkta keşif gezintilerine çıkıp, bol bol hayal kurmakla geçmiş denilebilir.
Kaleme aldığı ilk hikaye, altı yaşındayken, Di için yazdığı “Tavşan” isimli öykü. İki kardeşin o sıralardaki en büyük arzusu canlı bir tavşan sahibi olmak olduğu için, kardeşinin bir tavşan deliğine düşmesine, oradaki tavşan ailesinin onu çileklerle ağırlamasına dair, umutlu ve esprili bir hikaye…
Rowling ailesinin, Winterbourne’a taşınması, sınıfındaki çocukları, kendince zeka kapasitesinin hak ettiği yere oturtan öğretmeni Bayan Morgan’dan nefret eden J.K. için bir kabus olmuş.
J.K.’in öğretmen kürsüsünün en sağına ve zekanın en gerisine düşen sıranın en dışarılıklı yerinde oturduğunu belirtmeye ayrıca gerek var mı? Okuldaki ikinci yılında sırası, en iyi arkadaşının yeriyle değiştirilen Rowling, nispeten akıllı bir noktaya terfi etmiş ama bu kez de arkadaşlarının öfke ve kıskançlığının hedefi olmuş.
Rowling, Potter’ı ta o günlerden tanıyor. Potter, semtindeki pek de kalabalık olmayan arkadaş grubundan, biri kız, biri erkek iki kardeşin soyadı. Ömrünün büyük bir bölümü, ismiyle ilgili yapılan acımasız şakaları kaldırmakla geçmiş olan Rowling, (Rowling, İngilizcede “yuvarlanan” anlamına gelen Rolling kelimesi ile kafiyeli olduğundan, epey tombul bir çocuk olarak, az acı çekmemiş yani!) bu iki kardeşin soyadına fena halde gıpta edermiş. Her ne kadar Potter isimli bu çocuğun annesi sonradan gazetecilere Rowling’in kendi oğlundan esinlendiğini söyleyip, küçükken ikisinin büyücü kıyafetleriyle dolaştığından söz etse de yazar bunu kesinlikle yalanlıyor.
İlkokuldan sonra Wyedean Okulu’na devam eden Rowling’in teneffüslerde, kendisi gibi popüler olmayan çocuklardan oluşan arkadaşlarına öyküler anlatması adetten bir durummuş. Tahmin edileceği üzere, kahraman rollerini kendisinin ve arkadaşlarının üstlendiği, gerçek hayatta yapmaya cesaret edemedikleri pek çok şeyi dilde becermelerine olanak tanıyan muzip öyküler…
Ayrıca burada Sırlar Odası’nı adadığı Sean Harris’le, gerçek Ford Anglia’nın sahibiyle tanışmış. Renkleri turkuaz ve beyaz olan bu araba o zamanlar onun için özgürlüğün simgesiymiş. Bir genç kız olarak, kırsal bölgede yaşarken babasından kendisini bir yere bırakmasını istemek utanç verici olduğundan Sean’in ehliyet alması onun için bir nimet olmuş. Ayrıca ciddi olarak yazar olmayı istediğini tartıştığı ilk kişinin o olduğunu ve diğerlerinin aksine Sean’in Jo’ya bunu başarabileceğini söylediğini de eklemeden geçemiyor.
Yaşı ilerledikçe hafiften sesi soluğu çıkmaya başlayan J.K. Rowling, bu dönemde gözlükleri atıp kontakt lensler kullanmaya başlamış ki, yazara göre bunun en işlevsel faydası, suratına yumruk yemeye dair geliştirmiş olduğu paranoyasının önünü alması olmuş.
Yeniyetmelik döneminde onu en çok etkileyen kötü şey annesine MS hastalığı teşhisi konulmuş olması. Yazara göre bir çok kişi annesinin yıkılmaz olduğunu düşünür, o da bunlardan biri olduğu için annesinin tedavisi olmayan bir hastalığın pençesine düşmesi onu çok sarsmış. Yazar bu acıyı kendisi de tattığı için bu günlerde MS hastalığıyla ilgili yürütülen kampanyaları destekliyor, hatta bu sebeple ona 6 Temmuz 2006’da Aberdeen üniversitesinden Doktora nişanı verildi.
Ergenlik çağında kendini eni konu yazmaya veren Rowling, bu dönemde yazdığı şeyleri kimselerle paylaşmamış. Anne-babasının tavsiye, hatta baskısıyla Exeter Üniversitesi’nin Fransızca bölümüne girmesini ise büyük bir hata addediyor: “Onlar, yabancı lisanın, iyi bir sekreterin kariyerinde elzem olduğu fikrinden yola çıkıyorlardı. Oysa bir türlü organize olmayı beceremeyen bendeniz, bu dünyada sekreterlik yapabilecek son kişiyim.”
1983’de bu üniversiteden mezun olan Rowling, uzun toplantılarda, yani not tutması gereken zamanlarda, elindeki kağıtlara kendi hikayelerini çiziktirmeye daldığı için, haliyle sekreterlik hayatı da epey kısa sürmüş. O dönemin yegane avantajının, kendisine hikayelerini kimseler bakmazken temize geçebilme imkanı tanıması olduğunu söylüyor bugün. En uzun süreli işi dünyanın dört bir tarafında insan haklarıyla ilgili çalışmalar yürüten bir organizasyon olmuş.
1990’da erkek arkadaşıyla beraber Manchester’a taşınmaya karar vermişler ve 1 hafta sonra tek başına trenle Londra’ya ev aramaktan dönmüş. İşte o tren yolculuğu, Harry Potter hikayesini zihninde ilk canlandırdığı zamanki yolculukmuş. Yanına kalem getirmeyi unuttuğu, ve bir başkasından ödünç isteyemeyecek kadar utangaç olduğu için dört saat boyunca aralıksız düşünüp pek çok özellik ve karakter belirlemiş. Fakat bir süre sonra kalemi olmadığı ve bir yere kaydedemediği için çok fazla düşünüp fikirlerini unutmamak için beyin fırtınasını yavaşlatmış.
Hemen o gece Felsefe Taşı’nı yazmaya başlayan yazar (her ne kadar ilk yazdıkları kitabın bitmiş halinde yer bulmasa da), yedi kitaplık bir seri olarak planladığı eseri hakkında şöyle diyor: “Basit bir temaydı esasında. İyiyle kötünün mücadelesi. Bana bazen çocukları mı yetişkinleri mi düşünerek yazdığımı soruyorlar. Hiçbiri… Ben sadece kendim için yazıyorum. Kitaplarda yer alan da tamamen bana hitap eden bir espri anlayışı. Seriye yetişkinlerin de ilgi göstermesini belki de en iyi bu açıklar.”.
Ancak 30 Aralık günü hem onun hem de Harry’nin hayatını derinden etkileyen bir olay olmuş: Annesinin vefatı.
Onu yıkan bu olaydan sonra Portekiz’e İngilizce öğretmeye giden yazar, Harry’nin ailesini kaybetmesiyle ilgili acılarını çok daha gerçekçi bir dille kaleme aldığı kitabın en sevdiği bölümü olan Kelid Aynası’nı yazmış. Yıllar sonra The Daily Telegraph gazetesine verdiği röportajda yazar, tek pişmanlığının Harry Potter hakkında annesine hiç bahsetmemesi olduğunu söylüyor.
Portekiz’den kitabını bitirmiş olarak dönmeyi umuyormuş, ama daha da iyisi olmuş: kızı Jessica Isabel’le (1993 doğumlu) beraber dönmüş. Orada Portekizli bir gazetici olan Jorge Arantes’le evlenmiş ve her ne kadar evlilik yürümemiş olsa da ona dünyadaki en değerli varlığı olan kızını sunmuş. 1994 yılbaşısında kızıyla beraber Di’nin ikamet ettiği Edinburgh’a gelmişler.
Burada tekrar öğretim işine başlayan Jo, hem yeni doğmuş kızı hem de işinin gerektirdiği sorumluluklar yüzünden yazmakta çok zorlanıyormuş; fakat kitabı hemen bitirmezse hiç bitiremeyeceğini de gayet iyi bildiğinden deliler gibi yazıyormuş. Derken nihayet eseri bitmiş ve yayınevlerine yollamış, fakat hepsi reddedilmiş. En sonunda yeni temsilcisi Christopher, Bloomsbury’nin kitabı basacağını söylemiş. Bunu duyan Jo kulaklarına inananamamış ve çığlıklar atarak havalara sıçramış.
Yazdığı kitapların büyük bir başarı yakalayıp filmilerinin çekilmesinin ardından rahat bir hayata kavuşan yazarımız, bu mutluluğunu ikinci bir evlilikle taçlandırmış. Aralık 2001’in sonlarına doğru anestezist (anestezi uzmanı) Dr. Neil Murray’la beraber yaşadıkları İskoçya’da evlenmiş. Jo’nun ikinci çocuğu ve ilk oğlu olan David Gordon Rowling Murray 24 Mart 2003’de Edinburgh’da dünyaya gelmiş. Serinin altıncı kitabı Melez Prens’i bitirdiğini açıkladıktan sonra da, son çocuğu Mackenzie Jean Rowling Murray 23 Ocak 2005’de doğmuş. Yazar bu kitabını sadece Mackenzie’ye adarken “Kızım Mackenzie’ye, kağıt ve mürekkepten oluşan ikizini adıyorum” şeklinde bir ifdade kullanıyor.
Charles Dickens’dan beri J.K. Rowling gibi, kitapçıların önünde bir gün önceden ucu bucağı gelmeyen kuyrukların oluşmasını sağlayan bir yazar gelmiş değil. Rowling, promosyon gereği olarak okuma günlerine katıldığında, ortaya enteresan bir tablo çıkıyor. Zira normalde yayınevi kafelerinde, okul ya da kitapçılarda 30-40 dinleyici karşısında düzenlenen bu faaliyet, söz konusu yazar o olunca, 16 bin kişinin doldurduğu stadyumlara taşınan, dev ekrandan yansıtılan, devasa bir organizasyona dönüşüyor.
Rowling, bütün bu serüven boyunca en mutlu olduğu anın kitabının basılacağını öğrendiği an olduğunu, şimdiye dek mazhar olduğu en şahane komplimanın da Edinburgh’daki bir imza gününde yanına yanaşan küçük bir kızdan geldiğini söylüyor: “Bana; ‘Burası neden bu kadar kalabalık?’ diye terslendi.” diye anlatıyor o günü. “Kızgındı, çünkü Harry Potter’ın onun kitabı, sadece onun kitabı olduğunu iddia ediyordu. Ben de en sevdiğim kitaplar hakkında tam da böyle hissederim.”
Edinburgh sokaklarında hala rahat rahat dolaşabildiği için kendisini mutlu ve şanslı addediyor fenomen yazar: “Buranın insanları ya gerçekten ‘cool’ tabiatlı şahsiyetler ya da beni gerçekten fark etmiyorlar. Ne olursa olsun, yazılarını kafelerde yazmaktan hoşlanan biri olarak, bu imkanı kaybetmek istemem.” Ancak, bu acayip şöhretten hafif tertip sıkıldığını belirtmeden de geçemiyor: “İlk iki sene, başıma gelenleri idrak etmeye çalışmakla geçti. Epey zorlandım. Şimdiyse, bütün bu patırtının günün birinde biteceği düşüncesiyle avunmaya çalışıyorum.”
Yalnız Rowling’in ünü bu kadarla da kalmadı. Ressam Stuart Pearson Wright yazarın Londra’daki “National Portrait Gallery” (Ulusal Portre Galerisi)’de sergilenen bir tablosunu yaptı. Ressam “Bu resimde hem anneliği, hem de yaratıcı bir kariyeri başarılı bir şekilde kendinde birleştiren bir kadını çizmek istedim çünkü bunu becerebilen bir kadın fikrine hayranım. Bunu çizmek istediğimi anladıktan sonra Jo’yu çizmeye karar verdim.” dedi. JKR’ın resmi beğenip beğenmediği sorulduğunda Wright, “Benimle hala konuşuyor, sanırım bu iyi bir işaret” diye cevap verdi. Ama yazar artık portresiyle birlikte poz verdiğine göre, hayli memnun kaldığını söylemek sanırım yanlış olmaz.
Bu arada, J.K. Rowling’in bugün gerçekten de kocaman, tombul, siyah bir tavşanı var. Ne zaman kucağına almaya kalksa, elini tırmıklıyormuş. Hayattan öykü çıkarmak konusunda üstün yetenekli bir ağır işçi olduğu halde, her zamanki nüktedan üslubuyla şöyle diyor naçizane: “Galiba bazı şeyleri insanın hayalinda yaşaması, her şeye rağmen daha sağlıklı!”